27 Haziran 2017 Salı

Bir Yabancının Gözüyle Küçüksu Eğlencesi 2

Bir Cuma günü Küçüksu'da gördüklerini kitabında anlatan, bizlere de yaşatan Julia Pardoe, Türk kadınlarını bakın nasıl anlatıyor;
" Avrupalıların hemen hepsi Türk kadınlarını, herşeye karşı hiç de hoşa gitmeyen bir umursamazlık ve davranışlarında soğuk olmakla suçlarlar. Bundan dolayı da onlardan adeta ürkerler. Oysa benim gördüğüm hanımlarda bu hallerden hiç eser yok. Tersine salt kendilerine özgü hoş bir nezaketleri var ki, bu ancak yaratılıştan gelmektedir. Bu halleri onların düşünüşlerindeki sadelik ve karakterlerinin verdiği özdenlik ve içtenlikle birleşince yaşamın anlamını bir kat daha inceleştirir ve ona daha bir çekicilik verir. Kısa sürdüğü halde hoş olan bu görüşmeleriniz sırasında içiniz kadar gözleriniz de şenlenir. Çünkü bir Osmanlı hanımının sarif kıyafeti her an nazik olmaya hazır ve kendine hakim davranışlarındaki ağırbaşlılık; yabancılar tarafından onlara yakıştırılan 'kibirli, soğuk ve değersiz çekicilik' vasıflarına hiç de layık olmadıklarını gösterir. 
 
Dolaşırken birden dikkatimizi çeken bir arabaya rastladık. Birtakım cariyeler arabanın iki geçesinde sanki bir duvar meydana getirir gibi dizilmişlerdi. Önde iki zenci haremağası duruyordu. Bütün bunlar arabadaki kimsenin yüksek tabakaya mensup biri olduğunun belirtileriydi. Arabanın içinde iki hanım vardı. Yaşlıcası çubuk içiyordu. Güzel olan genci de zengin işlemeli yastık ve minderlerin arasına öyle gömülmüştü ki görünüşü hayal meyal seçiliyordu. Bu hanım için güzel deyimini kullanıyorum; fakat sanırım kelime tam yerinde olmadı. Çünkü kendisine yaklaştığımızda elinde tuttuğu aynaya baktığı zaman gördüğüm yüze bu güne değin dünyada başka hiçbir yerde rastlamamıştım. Teni öylesine beyazdı ki, yaşmağının kıvrımları ile bu yaşmağın altındaki alnın rengi arasında hemen hemen hiçbir renk farkı yoktu. Hele o gözler!.. Soluk yanaklarının üzerinde samurdan püsküllere benzeyen ve gecenin zifiri karanlığı kadar siyah kirpiklerinin altında gömülü bu gözler ne kadar ince, ne kadar mahzun bakışlı idiler. Ben böyle gözleri ancak rüyalarımda görebilirdim. İnce ve keskin çizgili bir burnu vardı. Yüzünün o güzel oval biçimi, üstünde sıkıca bağlanan yaşmaktan iyice belli oluyordu. Bu güzel, o zamana kadar gördüğüm ve ancak en yüksek bir hayalin yaratabileceği, dille tanımlanması çok zor ve hemen hemen bir benzeri daha görülmemiş bir güzeldi. Ellerinde, boynunda, kulaklarında mücevherler parlıyordu. Ama her halinden anlaşılıyordu, hatta şüphe yoktu ki, mutlu bir insan değildi. Onun yaşam hikayesini öğrenmek için neler feda etmezdim!..Ben bu güzel hanıma bakarken elimde olmayarak içimdeki duyguları belirtmiş olmalıyım ki, gözlerimi kendisinden ayırmadan önce, yüzünde hüzünlü ve tatlı bir gülümseme belirdi. Göz göze idik. Güzelliğine acıma duygusu ile baktığımı sezmiş de teşekkür ediyormuş gibi elini - selam niteliğinde - göğsünün üzerine koydu. Bu hanımefendinin kim olduğunu öğrenmek için elimden geldiğince soruşturmalar yaptım. Fakat kesin bir sonuç elde edemedim." 

Kaynak: Bu Şehri İstanbul Ki, Milliyet Yayınları 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Yorumlarınızı bekliyorum :)