İstanbul'u gezen, şehir ve şehir halkı hakkında gözlemlerini yazan İngiliz yazar Julia Pardoe anlattıklarıyla o huzur dolu yıllarında güzeller güzeli İstanbul'u iliklerimize kadar yaşamımızı sağlıyor. Okurken sanki bir masalın kısa bir bölümünü okuyormuş gibi hissettim.
"Türk kadınlarını tıpkı kendi evlerindeymiş gibi rahat hareket ederken görmek isteyen yabancı gezginlerin, sıcak yaz aylarında cuma günleri Küçüksu vadisine gitmeleri gerekir. Üç taraftan da, üstleri fundalıklarla dolu yüksekçe tepelerin kuşattığı bu güzel yer Rumelihisarı'nın tam karşısında denize doğru uzanır.
...
Burası geniş bir alanı kaplayan yeşil, çimenlik bir yerdir. Bu çimenliklere hanımlar seccadelerini yayarlar, burada oturup etrafı seyreder ya da araba ile gezinirler. Uzun süren yaz gündüzünü böylelikle geçirirler. Bu çimenlik ile Göksu deresi arasında, biraz daha küçük bir alanda sık bir koruluk bulunmaktadır. Bu koruluğun arka tarafı erkeklere ayrılmıştır. Onlar burada -kendilerinden çok daha konuşkan eşlerinin yaptıkları dedikodulardan uzak- çubuklarını tüttürerek, şerbetlerini içerek, kavun yiyerek eğlenirler.
Bir yanda, yumuşak çimenlerin üzerinden, sultanların arabaları ağır ağır geçerler. Öte yandan bir paşa eşinin süslü arabası geçer. Arabanın içindeki yüzü yaşmaklı kadın zaman zaman, saf ve soluk benizli çekiciliğini elindeki yelpaze ile gizlermiş gibi yapar. Bu yelpaze, onun hem boş vakitlerini geçirmesine yarayan, hem de paha biçilmez mücevherlerle donatılmış narin parmaklı, bir peri eli kadar güzel ve bembeyaz bileğinin görülmesine yarayan bir araçtır.
...
Bir yanda ağaçların altından ağır ağır geçen kırmızı kaplama geçirilmiş arabalar, çimenlere yayılmış yüzü yaşmaklı kadınlar, ortalıkta hanımlarına hizmet için dolaşan halayıklar, öte yanda başlarındaki tablalarla, satış yapmak için oradan oraya koşuşan garip kılıklı muhallebiciler ve tatlıcılar göze çarpıyordu.
...
Biraz ötede yoğurtçu omuzundaki sırığa bağlı tepsileri sallaya sallaya yürüyordu. Daha ileride ise ayı ve maymun oynatıcılar; onların da ötesinde burnu Güneş'ten yanmış, başında geniş bir hasır şapka ve üzerinde Frenk elbisesi giyimli bir Rum dondurmacısı çevresindeki halka dondurma satmak için değişik dillerde malının övgüsünü yaparak dolaşıyordu. "